Güneşli bir ocak gününden merhaba güzelim - mektup
Güneşli bir ocak gününden merhaba güzelim
Yanlış bir zamanlamayla açmış güneşin ve saçma sapan tesadüflerle mahvolan hayatımın hesabını soracak kimse bulamadığım zamanlarda böyle yaparım. Şiir okudukça daha kötü olurum, kötü oldukça şiir okurum. Birkaç şiir geçtikten sonra durup iyice bir kafamı dağıtmam gerekir. Dağıtmam gerekir evet, toplanması imkânsız olan her şeyin dağıtılması farzdır çünkü. Laf aramızda bunu da ben icat ettim. Kendi kendime konuşmaktan yorgun düştüğüm bir gün iyice düşündüm ve sordum -iyice düşünmek de nasıl bir tabirse- seni kendinle bu kadar baş başa bırakacak kadar yalnızlaştıran ne? Neden hiçbir yer evin değil, neden basit bir mutluluk anından sen de payına düşen sevinci alıp çekilmiyorsun sofradan?

Sana bu satırları güneşli bir ocak gününden yazıyorum güzelim. Bu havalara üzülüyorum çünkü kurak geçecek bir yazı çağırıyor. Sanane be kızım diyorum içimden, al güneşi içine, sevin geç. Ben böyle biri değilim ama, tanrının işine karışırım hep. Sanki güneş de mevsim de benim emrimde, ben beceremedim sanki şu dünyayı yönetmeyi. Böyle bir dünyaya küfretmek günah değil gibi geliyor çoğu zaman. Dedim ya tanrının adına düşünüp kararlar veriyorum sürekli. Neyse diyorum biraz Osman Konuk okuyayım. İlk okuduğum kitabı "Tehlikeli Belki"den sonra yeni durağım "Kırmızıda Beklerken" oluyor.
Neden sıfır duvar, sıfır mesafe ilişkilerin olamadı hiç? Aslında her şeyi iyi biliyorum, psikoloji bilmek bazen hayat kurtarıyor, benim hayatımı kurtarmadı ama olsun. Çok fazla sebep var güzelim. Freud, Adler, Jung okuyorum. Psikoloji kuramlarına hakimim, şimdi uzun uzun anlatırım neden böyle biri olduğumu. Anlatırım ama bununla hiçbir şey yapamayız. Hiçbiriniz yapamazsınız, bana öyle bakma.
Osman Konuk okuyorum, neden? Alışkanlıklarımı devam ettiriyorum, neden? Beni kazıkladığını ve her daim kazıklayacağını bildiğim esnafa gitmeye devam ediyorum. Ruhuma iyi gelmeyen insanlarla görüşmeye devam ediyorum. Alışmaya başlayınca insan, hislerini umursamıyor. On beş yıldır devam eden hastalığım da buna dahil. Fiziksel acıdan daha kuvvetli bir acının olmadığını babam öldükten sonra anladım. Bedenimde duyduğum acı ruhumdakini bastırıyordu. Hasta olmaktansa ölmeli insan diyordum. Babam yoğun bakımdayken Allah çektirmesin diyorduk. Sonra başka akrabalarımız hastalandı, onlara da aynı duayı yolladık, onlar da öldü. Benzer durumlara benzer dualar etmeyi öğrendim anlayacağın; ölümün bizi çok basite aldığını, gündelik yaşam kurallarıyla ya da saçma sapan gelenekle uğraşmanın hiçbir anlamı olmadığını da tabii.
Şu toplumsal uyumu öğrenmeye çalıştım sonra. Ergenliğe yeni girdiğimde arkadaşlarım gibi düğünde oynamayı denedim, bana göre değildi ya da beceremedim. Bir daha da denemedim. İçime tuhaf bir sızı çöküyordu düğünlere gittiğimde. Gözlerim doluyordu, niye? İnsanların nasıl eğlendiklerini gördükçe bileniyordum onlara. Bir düğün bu kadar mutlu etmemeliydi kimseyi. Böyle bir dünyada nasıl mutlulardı, nasıl? Ben beceremiyordum çünkü, benim beceremediğim ne varsa onlar beceriyordu. Buydu beni onlara bilendiren. Bir şeyler örmeyi denedim fena olmadı, elim yatkındı ince işlere. Ama insanlar girdi miydi işin içine olamadım hiç kendim gibi. İçime bir günde gömülmedim güzelim, sevmek değildi mesele, herkesi bir yere koyardım ama kimse su taşımadı ruhumdaki çöle.
Sonra büyüdük işte, yıllar süren bir anidenlikle büyüdük. Böyle olacağını biliyordum, bundan sebep bulaşmadım hayata. Yetmedi ama, hiçbir şeye yaramadı. Saçma sapan tesadüflerle mahvolan hayatımı düşünürken yazıyorum bu satırları. Güneş yeniden bahçeye düşmüş, hava soğuk olsa da üşütmüyor. Türlü kuş sesleri geliyor kulaklarıma, ardında bıraktığı bembeyaz çizgilerle uçak geçiyor bir de. Bense hâlâ buradayım ve hiçbir şeyi unutmadım, güneşle derdim yok ama dedim ya kuraklık... Rüzgâr uğruyor bir ara, rüzgârın ve kuşların sesi birbirine hiç benzemiyor. Keşke bunun bir anlamı olabilse benim için. Duyduklarıma inanmayı ne çok isterim şimdi. Belki bir Osman Konuk şiiri daha okur eve çıkarım. Soğuk çünkü, aynı yerde oturdukça daha çok soğuyor hava ve başka başka şeyler. Güneş çekildi, rüzgâr da kuşlar da sustu. Böyle kaçırırım işte hayatın ve cümle mahlûkâtın keyfini.
Güneş bahçeden çekilince güneşten nasibi henüz kesilmemiş bir yere geçtim. Ne demek elinden geleni yaptığına inanıyor musun? Daha ne yapabilirim ki? İkindi ezanı okundu, duymamış gibi yaptım. Son aylarda namazı bıraktım. On sene filan önceydi, ders notlarını almak için fotokopiciye gitmiştim. İşim uzun sürmüş, hava kararmıştı. Akşam namazını kaçırmaktan öyle korkmuştum ki koşarak caminin mescidine atmıştım kendimi. İyi bir mümindim, kanıtlamam gerekirdi tanrıya. Bunları yazarken ne kadar üzüldüğümü tahmin edemezsin güzelim. Romantik bir gelenekçi islamcı olmak hiçbir zaman bana göre değildi hâlbuki. Yer arıyordum belli ki kendime, ev yapmak ev olmak istiyordum bir yerlere. Sonrası işte, sonrası saçma sapan tesadüflerle mahvolan hayatım. Hiç yanlış yapmadan da berbat olabilirmiş her şey. Bunu öğreten hayatın ben... Hâlâ küfretmeyi beceremiyorum, sen tamamla gerisini.
Sevda Altınkaya
Yorumlar
Yorum Gönder