KANEPE ÖRTÜSÜ - ÖYKÜ
KANEPE ÖRTÜSÜ
"Şu yastığı uzatır mısın Murat? Ağrılarım başladı yine."
"Tabii abi, şimdi nasılsın ya?"
"Giren dert çıkmaz derler bizim burada, bilirsin. Ne kadar iyi olunursa işte. Ağrımayan yerim yok, gerçi buna da şükür. Elimiz ayağımız tutuyor, gerisine yapacak bir şey yok."
"Abi yanlış anlama ama kendine pek iyi bakmıyorsun sanki. Sigarayı bırakmadan ne bileyim yani zor değil mi?"
"Oğlum zaten kaç ay daha yaşarım ki? İçmesem üç gün daha fazla yaşarım, hadi üç ay olsun. Sonu belli olduktan sonra gerek var mı bu kadar düşünmeye?"
"Abi ben anlıyorum seni. Hani anlıyorum demek de biraz boş geliyor kulağa, biliyorum. İnsan ne yapınca anlamış olur? Çekmediğin acıyı en fazla ne kadar anlarsın? Eve gidene kadar, yemek saatine kadar ya da hemen şu kapıdan çıkınca. Herkes kendi hayatına dönünce başkasının acısını eşikte bırakır ama anlamaya çalışıyorum en azından."
"İnsan böyle bir durumda ne söylese yanlış olacak gibi hisseder ama sıkıntı etme. Kim kimin için ne kadar üzülebilir ki? Yaşamın kurallarına ters bir kere. İki sene iki ay oldu bile. Zaman hızlı. Biz de alıştık bu duruma.
"O kadar oldu mu be abi?"
"Oldu ya."
"O zamanlar yani haberin yokken düşünür müydün abi, aklına gelir miydi bu hastalık?
"Kim düşünür ki, sen düşünür müsün?"
"Düşünmem tabii, haklısın."
"İlk duyunca, hani doktor kansersin deyince ne hissettin?"
"Çok kötü bir dönemdeyim. Dibin dibi gibi, öyle düşün. O sene Zehra'yla boşandık, işten ayrıldım, annemi kaybettim. Bir seneye bu kadar şey nasıl sığdı hâlâ anlamıyorum. Her gün ölmek istiyorum. Yeter diyorum, bu kadar acı niye? Elimi, ayağımı koyacak hiçbir yerim yok. Araba çarpsa üzülmem hani. Halsizlik, yorgunluk var diye doktora gittim. Tahlil mahlil işte bilirsin. Kan ilacı yazar gönderir diyorum. Adamın yüzü düştü biraz. Dedim var bir durum ama hayır olsun. Büyük yere git, ciddi bir durum olabilir dedi.
"Ne yaptın ya öyle deyince?"
"Ben yine takmıyorum tabii. Gidelim bakalım dedim, gidelim ne çıkacaksa? Araştırmadaki doktor sağ olsun pat diye söyleyiverdi. Ulan öyle pat diye söylenir mi insafsız? Neyse adam da haklı, alışmış ne yapsın, neler var neler. Benden beterleri de var oğlum. Hastaneye düşürmesin Allah. Mahşer yeri, iğne atsan yere düşmez. Ayılanı mı ararsın, bayılanı mı ararsın… Neyse bizim mevzuya gelecez ya. Adamın yüzüne anlamsız anlamsız baktım. Sonra ellerimi sandalyeye sıkı sıkı sarılırken buldum. Mal gibi kaldım, öylece kitlendim. Ben oradan nasıl kalktım da eve geldim, inan bilmiyorum. Hastaneden çıkarken bacaklarımın birbirine dolandığını fark ettim. Her yerim uyuşmuş gibiydi. Başım felaket derecede dönüyor. İnsanlar hayalle gerçeğin arasında süzülüp gidiyor. Her şey film sahnesi sanki. Ben ben değilim de kendimi bir ekrandan izliyor gibiyim. Eve gelene kadar sürdü bu hâl. Evde olmak daha kötü. Yürüyecek bir sokak yok çünkü. Kendimle kaldım, doktor da yok. Kime anlatılır ki? Salondaki boy aynasına baktım. Al işte dedim, ölmek isteyen sen değil miydin, şimdi ne oldu? İstediğin oldu, öleceksin, daha ne istiyorsun? O an anladım, ben ölmek istemiyormuşum. Çektiğim tüm acılar yaşamak isteyip yaşayamadığım içinmiş. Umudum olduğu için acı çekiyormuşum meğer, düşünebiliyor musun? Bunu hissedince neden ben dedim, neden? Büyük sona yaklaşırken ne kadar az şey yaşadığımı fark ettim. Otuz iki sene hiçbir şey değil ki be Murat. Bakma sana uzun gibi geliyor ama hiç uzun değil. Bir telâş kapladı beni, onca şey vardı yaşanacak, bu kadar kısa zamanda hepsini yaşayamam ki. Bir sürü pişmanlık, bir sürü. Ahiret hayatını düşündüm sonra. Ölüm korkusu her yerimi saran bir kalp çarpıntısı hâlinde hücum etti beynime. Ne bileyim, günah sevap hesabı... Kaldırmadı kafam. Keşke hiç bilmeden aniden gitseydim dedim. Böyle bir gerçekle yaşanılır mı?"
"Hepimiz aslında bu gerçekle yaşamıyor muyuz abi?"
" Gerçekle yaşamıyoruz ki bu gerçekle yaşayalım be oğlum. İnsan gerçeğini kabul etse kafayı yer. Bak şu mahallede evlat acısına kadar türlü ölüm görmüş insan var. Ne oluyor, öyle ya da böyle devam ediyorlar hayatlarına. Anlayacağın, herkes başkasının ölümüne alışıyor, fazlası yok. En yakınını kaybetsen de durum bu. Normali de budur zaten. Diğer türlü nasıl yaşardık?"
"Yaşam bir ölüm tanıklığı değil mi zaten abi?"
"İyi dedin, aynen öyle."
"Sonra ne oldu ya?"
"Sonra tövbe ettim oğlum napayım, namaz kıldım, dua ettim. İsyan etsen ne faydası var? O günden sonra bambaşka olmaya başladı her şey. Gelecek kaygım bitti çünkü artık beni bekleyen bir gelecek yok. En kötüsü gelmiş başıma, ne düşüncem şu saatten sonra? Şöyle bir baktım yaşamıma. Beni dünyaya getiren ana baba ölmüş, sevdiğim kadın bırakmış. Şimdi de biz gidecez işte. Ne bileyim herkesin, her şeyin bir son kullanma tarihi var. E dedim neden bu kadar kırılıyorsun? Geride bırakacak kimsen de yok. Bir kuru canın vardı o da bir gün gidecekti. Hayırdır, ne gitti zoruna? Bunu sorunca fark ettim ki geride bırakacak birileri olsaydı hayatımda, belki daha anlamlı bakardım ölüme. Ardımda bırakacağım insanları düşünürdüm. Sonra onların benim ardından nasıl yas tutacaklarını. Ama kimsem yok. Kimsem yokken böyle hiç yaşamamış gibi, hiç var olmamış gibi. Böylesi çok zor geldi. Ulan her şey bir yana kimse acıma sırt vermedi ama ben ölünce herkes tabutuma omuz verecek. Kapalı kutu gibi yaşadık, kapalı kutu gibi gömülüp gidicez anasını satayım. Olur mu böyle iş, zoruna gitmez mi insanın?"
"Öldüğümüze hepsi şahitlik edecek be abi ama çok azı fark edecek yaşamadığımızı."
"Öyle ya öyle."
"Ölüm korkun peki, hâlâ aynı mı?"
"Aynı değil, günden güne artıyor. Korkumla yüzleşene kadar da bitmeyecek sanırım."
"Allah yardımcın olsun abi, ne denir ki? Var mı bir isteğin, eve geçeceğim?"
"Sen nasılsın bakalım?"
"Abi beni boşver be."
"Ölecek adama dert anlatılmaz diye düşünüyorsan düşünme, rahat ol. Biraz anlat öyle gidersin. Ne oldu senin gönül işleri?"
"Ha yok, olmadı. Zaten yaşanmış bir şey de yoktu."
"Yaşanmamışlığı hafife alma derim, yine de hayırlısı olsun."
"Öyle tabii her şeyin hayırlısı."
"O zaman canını da üzme."
"Tamam abi. Kalkıyorum ben. Bir sıkıntın, isteğin olursa ara olur mu, daha buralardayım."
"Sağ olasın Murat, ne iyi ettin de geldin kardeşim. Allah'a emanet ol."
Murat, Cengiz'in sıfıra vurduğu saçlarına ve sararmış benzine duyduğu hayreti belli etmemeye çalışarak oradan ayrıldı. Cengiz, yavaşça doğruldu kanepeden. Kanepenin yanlarının açıldığını, örtüsünün de hayli eskidiğini fark etti. Sürekli kanepenin kollarını tamir ettirmeyi, yeni bir örtü almayı planlar sonra ikisinden de vazgeçerdi; zaten yeni bir işe girecek, biraz kendini toparlayınca yeni bir kanepe alacak, yeni alacağı kanepe modelinde örtüye de ihtiyaç kalmayacaktı. Tüm bunları düşündüğü günleri hayalleyip alaycı bir gülümsemeyle yüzünü pencereye çevirdi. Murat'ın adımları arttıkça gölgesi de küçülüyordu.
"Ne iyi çocuk şu Murat. Hâl hatır bilir, gönül alır, insanlık başka bir şey işte. İleride okulu bitirir, bir iş sahibi olur. Evlenir belki, çocukları olur." Murat'ın ardından bunları düşünürken birden kendi geldi aklına. Bir daha evlenemeyecek, çocukları olmayacaktı. Bugün, yarın ya da dün, hiçbiri yoktu. Hiçbiri gerçek değildi. Kendi peki, kendi gerçek miydi? Çocukların oyun oynadığı sokağa doğru uzattı başını, kendi yaşadıkları bir simülasyonun parçasıydı ona göre, şu an gördüğü manzara ise gerçekti. Tabii bir gerçek varsa hayatta. Oraya gömülen bakışlarını toparladı, tekrar eskimiş kanepe örtülerine doğrulttu ve simülasyonuna dönüş yaptı. "Artık yeni bir kanepe örtüsü almaya gerek yok." diye geçirdi içinden. Rahatlamış hissediyordu.
Sevda Altınkaya
Yorumlar
Yorum Gönder