DÜNYAMIZ NE KADAR KENDİMİZE DAİR?

Dünyamız ne kadar kendimize dair?

Dünyamız, bize dair olan ve içinde bulunduğumuz olmak üzere iki farklı şekilde tanımlanabilir. Bu ikisi arasında dünyadaki insan sayısı kadar ilişki biçimi mevcuttur. Aslına bakacak olursak içinde bulunduğumuz dünyaya ait gözlemlerimiz ve yaşantımız bize dair olan dünyadan daha fazladır. Günümüzde çağdaş insan toplumsal normlardan ve gelenekten eskiye nazaran daha kopmuş; sevinçleri ve hezeyanlarıyla baş başa kalmış gibi görünse de eskiye göre kendine daha yakın sayılmaz.

Bugün birey olmanın yanlış yorumları şeklinde ortaya çıkan birtakım davranış sitilleri uygulamaya konulmuş olabilir ancak bu durum yeni davranış stillerinin insanlar tarafından benimsenmiş olduğunu göstermez. İçselleştirilemeyen yaşantılar insanı yüzeysel davranmaya zorlar ve bu yüzeysel zemin kendiliğe dair pek çok parçanın da yok olmasına, körleşmesine sebep olur.

Burada başlık olarak dünyamız ne kadar kendimize ait demekten kaçınıp dünyamız ne kadar kendimize dair demekteki maksat dünyamızın bize aitliğinden çok bizimle olan ilgisini, bağlantısını sorgulamak amaçlıdır çünkü dışarıdaki dünyayla bağımızı koparmak neredeyse imkânsızdır. Bizim reddimizle yok olmayacak bir gerçekliğin içinde oluşumuz, dış dünyayla çoğu zaman yenilgiyle sonuçlanan büyük çatışmalara girmemize sebep olur. Değiştiremeyeceğimiz koşulları kabullenmek zordur. Dışarıda yer yer bizden izler taşıyan ama çoğu zaman karşısında durduğumuz bir dünya mevcutken iç dünyamızın daha korunaklı ve bize ait olduğunu düşünürüz hâlbuki iç dünyamızda bağımız sandığımızdan daha kopuk ve çarpıtılmış olabilir. Kendimize dair yargılarımızın ya çok suçlayıcı ya da çok koruyucu olduğunu görürüz ve bazen bu yargıları değiştirmek dışarıdaki dünyayı değiştirmekten bile zordur.

Kendimize dair yakınlığımızın önündeki engellerden belki de en önemlisi, çağdaş insanın gittikçe karmaşıklaşan insan ilişkilerinde kendini yitirmesi ve bu yitirilişin daimi yalnızlıkla, diğerleri üzerindeki hakimiyetle ya da bağımlılıkla yüceltilmeye çalışılmasıdır. Günümüz insan ilişkilerindeki dinamiklerin çok karmaşık olduğunu düşünsek de biraz dikkat ettiğimizde genel ilişki eğilimlerinin bu üç şekilde ortaya çıktığını görürüz. Temelde ise ilişkilerde kendini yitirmenin insanın aslolan benliğiyle de ilişkisini zedeleyişinin yer aldığını söylememiz gerekir.

Dışarıdaki dünyayı kendi algı süreçlerimizle yeniden yorumlarız fakat kendi fenomenimizde yeniden anlam kazanan bu veriler bazen yanıltıcı olabilir. Yanıltıcı verilerden etkilenen duygu ve düşünce dünyamız kendimize yabancı kalmamıza sebep olabilir. Duygu ve düşünceler arasında da bir ayrıma gitmek gerekir. Duyguların üzerimizdeki hakimiyetinin daha güçlü olduğunu sansak da çoğu olumsuz duygu, çarpıtılmış ya da abartılmış düşüncelerin ürünüdür. Duygular üzerine çok fazla konuşmadığımız için düşüncelerimizin duygularımız olduğunu sanırız ve davranışlarımızı yönlendirenin duygudan ziyade düşünce şeklimiz olduğunu gözden kaçırırız.

Günümüz dünyasında sığlık aşağılanırken derinlik bir o kadar yüceltilir, bu iki kavramı genelde ilişki içerisinde bulunduğumuz kişileri tanımlamak için kullanırız. Hâliyle aşağılanan grupta olmayı kimse istemez, insanlar kendi derinliğini kanıtlama gereksinimi hissederler. Günümüz insanını yüzeyselliğe zorlayan bizzat derinlik baskısıdır. Çağdaş dünyada sıradanlıktan kurtulmanın yalnızca para ya da ünle olamayacağı kanunu duyurulmuş, kişilerin dünyaya bırakacak bir sanatı, ürünü yoksa en kötü ihtimalle derinliğe sahip ilişkiler kurması gerektiği dikte edilmiştir. Derinlik baskısı, kişiyi aslolan sorunlarından uzaklaştırır ve onu olmadığı biri gibi izlenim oluşturması yönünde teşvik eder. Kişi kendinden çok maskesiyle ilgilendiği için derinindekini hiçbir zaman tam ve net göremez. Kısacası dışarıdaki dünyanın derinlik baskısına yenilen benlik, başarısız bir personadan öteye gidemez. 

Karanlığını tanımayan birinin kendi dünyasına dair bağlantıları çoğu zaman şişirilmiş bir koruyuculuk içerir. Ruh hâlini korumak ve yetersizlik hissiyle başa çıkabilmek için gölgesine basmadan yürümeye çalışan biri kendi sınırlarında boğulmuş sayılır, onun için yaşam bir boğulma hâlinde devam eder ve sonlanır.

Sevda Altınkaya
Psikolojik Danışman, Şair, Yazar

Kaynaklar: Engin Geçtan, İnsan Olmak
Jung, Kırmızı Kitap
Doğan Cüceloğlu, Var mısın?




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PERSONA - ŞİİR

Atların Ç’ağına Yetişirsem Beni Orada Karşıla / Şiir

SENİN VE DÜNYANIN İKİZİ- ŞİİR